Filmekimi'nde öne çıkan 10 film

İstanbul’a sonbaharı getiren film haftası, 13-22 Ekim tarihleri arasında 2’si Avrupa, 2’si Anadolu yakasındaki dört salondaki gösterimlerle gerçekleşiyor. Bu yıl 22'ncisi düzenlenen Filmekimi programında 96. Oscar Ödülleri'ne aday gösterilen 12 film de yer alıyor.

Filmekimi'nde öne çıkan 10 film

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) düzenlediği ‘Filmekimi’, Cannes’dan Venedik’e, Locarno’dan Toronto’ya uluslararası festivallerde dünya prömiyerini yapan ödüllü filmleri sinemaseverlerle buluşturacak. Festival, 13-22 Ekim tarihlerinde İstanbul’da, 20-22 Ekim tarihlerinde İzmir’de sinemaseverlerle buluşuyor. Filmekimi'nde öne çıkan filmler şöyle:

Zavallılar (Poor Things)

Venedik Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ seçilerek Altın Aslan kazanan ‘Zavallılar’ 2023 yılının belki de en çok beklenen filmlerinden biri. Sıradışı konuları filmlerinde işlemesiyle ünlü, sinemanın en ilgi çeken isimlerinden Yorgos Lanthimos’un son filmi aslında Alasdair Grey’in aynı isimli eserinden uyarlanan özgün bir Frankenstein hikayesi. Film, zeki ve sıradışı yöntemleriyle dikkat çeken bilim insanı Dr. Godwin Baxter tarafından hayata döndürülen genç bir kadın olan Bella Baxter’ın fantastik evrimini anlatıyor. Victoria döneminde, dünyayı kendi gözleriyle görmeye aç eksantrik bir feminist olan Bella Baxter’ı canlandıran Emma Stone performansıyla Venedik Film Festivali’nde sekiz dakika boyunca ayakta alkışlanmıştı.

Filmekiminin kapanış filmi olarak yalnızca iki salonda gösterilecek film kaçırılmayacaklar arasında. Ancak kaçırırsanız da üzülmeyin filmin 9 Şubat 2024’te Türkiye’de vizyona girecek.

Bir Düşüşün Anatomisi (Anatomy of a Fall)

Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’nin sahibi olan bu ‘Hitchcockvari mahkeme filmi’ bir evliliğin dinamiklerini mercek altına yatıran bir psikolojik gerilim. Fransız yönetmen Justine Triet, ‘Birinin özel hayatı başkasının cehennemidir’ fikrinden yola çıkarak yazdığı ve yönettiği filmiyle Altın Palmiye’yi kazanan üçüncü kadın yönetmen oldu.

Kocasını öldürmekle suçlanan ve mahkeme sırasında evlilik hayatı parçalara ayrılırken masumiyetini kanıtlamak için mücadele etmesi gereken başarılı bir romancı Sandra Hüller’in hikayesini takip eden iki buçuk saatlik filmin birçok dalda Oscar’a aday olması bekleniyor. Beş salonda gösterime girecek film kaçırılmaması gerekenler arasında.

The Zone of Interest 

Cannes’da izleyenlerin ‘ilk saniyesinden finaline kadar buz gibi bir dehşet duygusuyla yüklü’ yorumları yaptığı film, savaş sırasında Alman Auschwitz kampının yanında yaşayan Auschwitz Ölüm Kampı komutanı Rudolf Höss ve eşinin günlük yaşamına odaklanıyor. Jonathan Glazer, Martin Amis’in aynı adlı romanından uyarlanan bu çarpıcı filmiyle Cannes’ın en prestijli ikinci ödülü olan Grand Prix’in sahibi olmuştu. *Glazer, toplama kampı filmlerinin daha önce hiç girmediği bir alana girerek Auschwitz’i en uzun süre idare eden ve büyük bir hırsla ölüm makinesine çeviren Nazi subayı Rudolf Höss ve ailesinin, kampın hemen bitişiğinde kurdukları lüks yaşamın içine sokuyor bizleri. 

Glazer’ın kötülüğün sıradanlığına ve kendiyle çelişen insan doğasına dair alışılmadık ve kan dondurucu bir bakış sunduğu filmi festivalde altı salonda gösterilecek.

Öğretmenler Odası

Almanya’nın Oscar temsilcisi olarak seçilen ve dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde yapan film, matematik ve beden öğretmeni olarak ilk işine başlayan idealist bir öğretmen olan Carla Nowak’ı takip ediyor. Türk kökenli öğrencisinin hırsızlıkla suçlanmasıyla Carla olayın derinine inmeye karar verir, ancak idealleri ve sistemin arasında kalır. Gerçeği arayışı, onu sinirli ailelerin, inatçı iş arkadaşlarının ve agresif öğrencilerin odağı haline getirir.

İlker Çatak filmografisinin son durağı ‘Öğretmenler Odası’nın başrolü Haneke’nin ‘The White Ribbon’ı ve ‘Babylon Berlin’, ‘The Crown’ gibi dizilerdeki performanslarıyla hafızalarda kalan Alman oyuncu Leonie Benesch’e emanet.

Çocuk ve Balıkçıl

Buna yılın en çok beklenen animasyon filmi demek abartı olmaz. Büyük usta Hayao Miyazaki’nin on yıl aradan sonra sinemaya muhteşem dönüşünü temsil eden ‘Çocuk ve Balıkçıl’ İkinci Dünya Savaşı sırasında geçiyor ve küçük Mahito’yu izliyor. Annesini kaybeden Mahito, alelacele babasının yanına taşraya taşınmak zorunda kalır. Burada terk edilmiş bir kulenin civarında oynar, gri bir balıkçıl kuşu sürekli karşısına çıkar. Kısa süre sonra hiçbir şeyin aslında göründüğü gibi olmadığını anlar. Büyümek ve yas tutmak hakkında derinlikli bu fantezi, Miyazaki’den beklediğimiz üzere muhteşem bir görsel dünya, olağanüstü renkler ve sürekli canlı tutulan gizemler içeriyor. Yedi yılda tamamlanan filmin tamamı 60 kişilik bir ekip tarafından elle çizildi.

Film, Türkiye’de 27 Ekim’de vizyona girecek ama vizyondan önce izlemek isteyenler için Filmekimi’nde üç salonda gösterilecek.

Dört Kız Kardeş (Four Daughters)

Tunuslu yönetmen Kaouther Ben Hania’nın filmi aynı zamanda Tunus’un Oscar adayı. *Hania; Tunus’ta gerçekten yaşanmış, televizyon kanallarında uzun uzun köpürtülmüş, tüketilmiş ve sonunda basit birkaç satıra indirgenmiş trajik bir olayı çok yaratıcı bir çıkış noktasıyla ele alıyor. 2016’da dört kızından en büyük iki kızı IŞİD’e katılmak üzere ortadan kaybolan anne Olfa’nın ve kalan iki kızının hikayesi bu.

Film, belgesel ödülü kazanmış sahte bir belgesel olduğu kadar, izleyicisini gördüğü gerçekliği sürekli sorgulamaya iten sahte bir kurmaca. Olfa’nın kızları evi terk edince ailenin yaşadığı acıyı hafifletmesi için Hania’nın önerisiyle, iki oyuncu kayıp kızların rolünü üstleniyor. Olfa’nın geride kalan iki küçük kızı da kendilerini canlandırıyor ve ailenin yaşadıkları, acıları ve kaygıları bir terapi seansı gibi perdeye yansıyor.

Film, aile, hafıza, travmaların kuşaktan kuşağa aktarımı, kadın dayanışması, umut ve şiddet gibi kavramlara değinerek toplumsal yapıyı sorguluyor. 

Umudunu Kaybetme (The Old Oak)

Britanya işçi sınıfını merkeze alan filmleriyle tanınan 86 yaşındaki usta yönetmen Ken Loach’un “Son filmim” dediği ‘Umudunu Kaybetme’ seyircisine yine tam olarak bugüne ait toplumsal bir hikâye vadediyor. Adını maden işçilerinin yoğun olarak yaşadığı bir kasabadaki pub’dan alan film, son derece duygusal olduğu kadar iyimser ve umut dolu. Britanya’nın kuzeydoğusunda bir maden kasabasında geçen film, madenin kapanışının ardından sistem tarafından gözardı edilenlerin hikâyesini anlatıyor.

Bir zamanlar canlı, cıvıl cıvıl olan kasabayı gençler terk etmiş, geride kalanlar eski âdetlerini gururla korumaya çalışmaktadır. Emlak fiyatları düşünce Suriyeli göçmenler buraya yerleştirilir. İki topluluk arasında bir dostluğun ya da belki bir aşkın doğması mümkün müdür? Kasabada kalan tek pub olan The Old Oak’u neler beklemektedir?

Canavar (Monster)

‘Arakçılar’, ‘Kimse Fark Etmiyor’ ve ‘Bebek Servisi’ gibi filmleriyle tanınan Japon yönetmen Kore-eda Hirokazu, yeni filmi ‘Canavar’ ile Cannes’da ‘En İyi Senaryo’ ödülü kazandı. Kore-Eda bu filminde de aileyi odağına alıyor. “Kim doğru söylüyor: okulda sorun çıkaran çocuk mu, durumu ele alan öğretmen mi, yoksa olaya müdahil olan anne mi?”

Sıradışı aileleri filmlerine konu eden Kore-eda, bu kez bir kasaba okulunda çıkan olayları, kendi deyimiyle ‘devasa bir uçurum yaratarak toplumu bölen küçük kıvılcımları’ anlatıyor. Oğlu Minato’nun davranışlarından şüphelenen annesi, bu değişimden çocuğun öğretmeninin sorumlu olduğunu öğrenir ve hemen okul yönetiminden hesap sorar. Anne, çocuk ve öğretmenin gözünden hikâyeyi ayrı ayrı izlediğimiz filmin senaryosunu Yuji Sakamoto yazdı; filmin müzikleri ise Mart 2023’te hayatını kaybeden efsanevi müzisyen Ryuichi Sakamoto imzasını taşıyor.

Türkiye prömiyerini Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nde yapan ve herkesin övgüsünü alan film festivalde dört salonda gösterilecek.

Mükemmel Günler (Perfect Days)

Japonya’nın Oscar adayı olan film, Japonya’nın başkentindeki kilit noktalara 17 umumi tuvalet yapılmasını kapsayan ve ‘Tokyo Tuvalet Projesi’ olarak da bilinen gerçek bir kentsel dönüşüm projesine dahil bir umumi tuvalette geçiyor.

Birçok filminde şehirlerden esinlenen usta sinemacı Wim Wenders, bu kez de gerçek bir kentsel yenileme projesinden esinlenerek hem gayet şiirsel hem de dokunaklı bir filme imza atıyor. ‘Babel’ ve ‘Shall We Dance?’ filmlerinden de tanıdığımız Japon süperstar Kôji Yakusho, filmin başkarakteri Hirayama’yı canlandırıyor. Her biri teknolojik sanat yapıtı gibi olan umumi tuvaletleri temizlemekle görevli Hirayama, işini son derece titizlikle, kendini vererek ve gururla yapar; sıkılmadan yinelediği eylemlerini bir sanata, çevresiyle uyumlu bir geleneğe dönüştürmeyi bilir. Beklenmedik karşılaşmalar, bizi Hirayama’nın geçmişine götürür. Müzik kasetleri, ağaçlardan süzülen günışığı, kitaplar gibi günlük hayatın ufak mucizeleriyle varoluşumuzun güzelliklerini keşfe çıkan, sakin bir mutluluk arayışının izini süren film, adını Lou Reed’in eşsiz klasiği ‘Perfect Day’den alıyor. 

Hayat

Zeki Demirkubuz’un yedi yıl aradan sonra sinemaya döndüğü yeni filminin Türkiye prömiyeri, Filmekimi’nde yapılıyor. Babasının zoruyla nişanlanmak zorunda kalan Hicran evden kaçar. Hicran’ın zaten onu istemediğini düşünen Rıza, bu durumu önceleri pek umursamasa da durum giderek zoruna gitmeye başlar ve Hicran’la yüzleşmeye karar verir. Sadece bir kere gördüğü nişanlısının peşinden İstanbul’a gidip uzun sürecek büyük bir arayışa başlar.Sinemaseverler Hayat’ı Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde izlemeyi bekliyordu ancak festivalin iptal olmasıyla İstanbul’da ilk olarak izleyiciyle buluşacak film, iki salonda film ekibinin katılımıyla gösterilecek.

Kaynak: Diken