Kapalıçarşı’nın son hakkakı: Bedros Muradyan
Bu sayımızda Kapalıçarşı’da bir hakkak (oymacı) ustasını tanıtacağız: Bedros Muradyan. 48 yıldır Zincirli Han’da aynı aşk ve şevkle çelik üzerine yazı yazıyor. Kuyumcu kalıplarından madalyona, düğmeden, rozete birçok şey üreten Bedros Usta’yla mesleğini ve inceliklerini konuştuk.
MURAT CEM
Hakkak ustası Bedros Muradyan’la buluşmak üzere Zincirli Han’ın yolunu tutuyorum. Kapalıçarşı’nın ana giriş kapılarından olan Nuruosmaniye’den girince sağdan ikinci sokağa sapıp yolun sonuna yürüdüğünüzde, sağ kol üzerinde Zincirli Han’ın giriş kapısına ulaşıyorsunuz. Kapıdan içeriye adımını attığınızda zamanda yolculuğunuz da başlamış oluyor. Hem kalabalık hem de sesler kesiliyor. İki katlı han, ortasında küçük bir havuzu olan avlusu, koyu yeşile boyalı panjurlu eski odaları, tarihi taş zemini, tuğladan kemerleriyle adeta büyülüyor. Girişteki çay ocağında bir kahve içimi nefeslenip Bedros Usta’nın hanın üst katındaki dükkanında soluğu alıyorum. Daracık bu küçük dükkan 1975 yılından beri faaliyette. Bedros Usta, 48 yıldır aynı mekanda sanatını icra ediyor. Dışarıya bakan küçük bir penceresi olan bu loş dükkanda ustanın çalıştığı bir tezgah, kalemler, çekiçler ve kalıp makineleri var.
Önce mesleğini konuşuyoruz. “Yaptığımız işin adı Hakkaklık. oymacılık… Kimisi ahşap üzerine oyma yapar, kimisi taş üstüne ben çelik üzerine oyma yapıyorum. Yaptığım işin diğer bir adı gravür kalıpçılık.”
Teknolojinin gelişmesi ve CNC tezgahlarının yaygınlaşmasıyla geçmişte el oymacılığı yöntemiyle yapılan altın, gümüş gibi kıymetli metallerin kalıpları artık makinelerde kısa sürede imal edilebiliyor. Bedros Usta ise bu kalıpları el işçiliğiyle yapmayı sürdürüyor. “Ben işimi aşkla yapıyorum. Makineler işe ruh veremiyor. El işçiliğinin güzelliğini bulamazsınız bu kalıplarda” diyor.
Hakkaklığın geçmişine bakacak olursak; bu sanat tarihte mühür ve damga işlemlerini yapma ihtiyacından doğmuş. Altın, bakır gibi metaller üzerine ellerindeki çelik kalemlerle yazı ve desen işleyen sanatkarlara da hakkak denilmiş. Osmanlı döneminin en gözde esnaf grubunu oluşturan hakkakların devri mührün ortadan kalkmasıyla zamanla kaybolmuş. Hakkakların çoğu da kuyumculuk mesleği içinde yer alan kalemkarlığa ve gravür kalıpçılığa yönelmişler.
Bedros Usta’nın tezgahının önünü Atatürk, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel gibi devlet büyüklerinin metala işlenmiş portreleri, çeşitli tuğralar, amblem ve desen kalıpları süslüyor. Yaptığı gravür kalıplardan örnekler göstererek işini daha da somutlaştırarak anlatıyor.
Hakkakın işe başlaması için önce bir desen ya da motif gerekiyor. Bu desen müşteriden de gelebildiği gibi hakkak da tasarlayabiliyor. Bu model çeşitli aletler kullanılarak muma işleniyor ve alçı dökülüyor. Daha sonra pantograf makinesiyle modelin kabası çeliğe işleniyor. Bu aşamadan sonra kalem işçiliği ve ustalık devreye giriyor. Bu işler bazen aylarca sürebiliyor. Burada üretilen kalıp örnek alınarak daha sonra firmalarca seri üretimi yapılıyor.
“Kalıp her şeyin anayasasıdır” diyor Bedros Usta. “Kalıp olmadan hiçbir şey üretilemez. Aklınıza gelebilecek her türlü sektöre iş üretebilirim. Herhangi bir bileziğin kalıbını da yapabilirim dekoratif bir eşyanın kalıbını da. İSGOLD firmasına on gramlık altınlarının kalıbını yaptım mesela. Benim yaptığım kalıp az basar ama daha sağlam çıkar” diyor gururla. Sadece kuyumcu kalıpları yapmıyor, rozet, düğme, madalya, hediyelik eşya kalıpları da üretiyor. Teknolojinin gelişmesiyle kalıp işleri azalınca Bedros Usta imalat işine de girmiş. Anıtkabir’deki hediyelik dükkanında satılan Atatürk rozetlerini tasarlayıp imal eden de Vakko’ya Beymen’e; mumluklar, şekerlikler tasarlayan da Bedros Usta.
MESLEĞİ BABAMDAN ÖĞRENDİM
Bedros Usta mesleği ve inceliklerini meşhur bir hakkak olan babası Ohannes Muradyan’dan öğrenmiş. Hayranlıkla bahsettiği babasının imal ettiği kalıplarla birçok firmanın işlerini büyüttüğünü ve zengin olduklarını anlatıyor.
Hakkaklığa nasıl başladığını ise şu sözlerle dile getiriyor: “Ben Maçka Endüstri Meslek Lisesi mezunuyum. Lise yıllarımdan beri bu işlerin içindeyim. Babam daha çok portre üzerine çalışırdı. Darphane’ye iş yapardı. Ben ondan öğrendiğim şeyleri geliştirmeye çalıştım. Eski dönemlerde madalyona çok önem verilirdi. Birçok madalyon tasarladım ve kalıbını yaptım. Emniyetin, askeriyenin düğme kalıplarını yaptım. Bugün maalesef pek talep olmuyor. Daha çok farklı çizimlerle yapılan işler… Para kazanmak zorundayız. Müşteri ne istiyorsa onu yapıyoruz.”
SANAT BİZE GENETİK MİRAS
Muradyanlar 400 yıldır İstanbul’da yaşayan köklü bir Ermeni aile… “Sanat bize genetik miras” diyen Bedros Usta’dan köklerini dinliyoruz: “Benim dedem 1880 doğumluydu. Kompozitördü. Hamparsum notasıyla kiliseye ilahiler yazardı. Hala ben de el yazması çalışmaları mevcuttur. Aynı zamanda da pırlanta üzerine eksperdi. Çok talebeler yetiştirmiştir. Onun babası da saray kuyumcusuydu.”
Bir ara 10-15 metrekerelik dükkanında hiç erişilemeyecek uzaklara dalan Bedros Usta, babasının imzasını taşıyan Kumkapı’daki Ermeni Kilisesi avlusunda yer alan Kazaz Artin büstünü ve Artin’in hikayesini anlatmaya koyuluyor:
Kazan Artin namıyla meşhur Artin Bezciyan ünlü bir banker ve hayırsever. Sultan II. Mahmud’un sarrafbaşısı ve Darphane-i Amire’nin emini. Döneminde pratik zekasıyla sorunları çözmesiyle öne çıkıyor. Osmanlı-Rus savaşı sonrasında (1833) Ruslara ödenecek borcun tazmini için paradaki bakır oranını yükseltip bir tür devülasyon yaparak devlete büyük gelir sağlıyor ve Sultan Mahmud tarafından, en yüksek nişan olan “Tasvir-i Hümayûn”la ödüllendiriliyor. Rivayet odur ki bu süreçte Sultan II. Mahmut yetkilerini üç günlüğüne, günün meşhur adamı Kazaz Artin’e bırakıyor. Artin’de da bu yetkiyle Kapalıçarşı’daki bütün sarraf ve kuyumculardan altın toplayıp bakır paralar basıyor.
BU İŞİ YAPAN BAŞKA KİMSE YOK
Bedros Usta mesleğinin son temsilcisi. Kendi ifadesiyle “Son Hakkak Ustası”… 48 yıldır bu işin içinde. Hiç çırağı olmamış. Bu durumu “Başımda biri olduğu zaman çalışamam. Yalnız çalışmam gerekiyor. Fazla sabrım yok. Sinirli mizaca sahibim” diye açıklıyor. Bu meslekler daha çok babadan evlada geçiyor. Sizde niye böyle olmadı diye soruyorum. “Bir kızım var. Öğretmenlik yapıyor. Hem kadının yapacağı bir iş değil bu” diyor. Sözlerini şöyle sürdürüyor: “Yaptığım işi yapan Türkiye’de kimse kalmadı. Avrupa’da gezdiğim yerlerde işimle alakalı insan var mı diye araştırıyorum. Fransa’da bulamadım. Makinayla yapan var. Elle yaptığım işi gösterdiğimde şaşırıyorlar. İtalya’da Avusturya’da buldum. İstanbul’da hiç yok. Son hakkak ustasıyım.”
Mesleği genç kuşaklara aktarmak için girişimlerde bulunmuş ama adımlar akim kalmış. Bedrettin Dalan zamanında Yeditepe Üniversitesi’nden ve yakınlarda da Gaziantep’ten teklif almış ama devamı gelmemiş.
Herkes çocuğum okusun istiyor, çırak yetişmiyor!
Eskiden bu kadar okumaya yönelmiyordu insanlar. Aileler çocuğunu ilkokulu-ortaokulu bitirdiği gibi getirip bir ustanın yanına çırak verirdi. Şimdi çırak yok. Yetişmiyor. Herkes okusun çocuğum diyor. Bugün hiçbir okulda mıhlama öğretilmez. Sadekarlık öğretilmez. Bir iki kurs, atölye kuruldu bazı okullarda. Ders alıyorlar. Ama bu meslekler üç beş ayda öğrenilmez.
Kapalıçarşı esnafının profili değişti
Kapalıçarşı’nın da Zincirli Han’ın da çehresi çok değişti. Artık birçok dükkan döviz işi yapıyor. Eskiden sektörlerinin ehilleri buradaydı. En kalitelileri. Antikacı vardı, halıcı vardı, sedefkar vardı. Dolmabahçe’nin Çankaya Köşkü’nün sedef işlerini onaran kişi buradaydı. Değerli taşla uğraşan kişiler, taş eksperleri… Bu handaki esnaf profili işlerinin en iyileriyle doluydu. Özel bir handı burası. Şimdi tamamıyla değişti. Kapalıçarşı mektepti, üniversiteydi burası. Ahlak da burada öğretilirdi, meslek de. Babam hep derdi: En güvenilir esnaf Kapalıçarşı esnafıdır. Sözüne güvenilirdi. Çünkü çek senet yoktu bir sözle altın alır satarlardı. Maalesef bugün elini verdiğin zaman parmaklarını sayacaksın.